USD 0,0000
EUR 0,0000
USD/EUR 0,00
ALTIN 000,00
BİST 0.000

Şanghay, Fotoğraflar Savaşı ve Türkiye

18-09-2022

Şanghay, Fotoğraflar Savaşı ve Türkiye

Şanghay İşbirliği Örgütü’nün (ŞİÖ) 22. Devlet Başkanları Zirvesi, Özbekistan’ın Semerkant şehrinde yapıldı. Türkiye örgütün Haziran 2012’den beri “diyalog ortağı” konumunda. Böylesine önemli bir zirveye Türkiye, Cumhurbaşkanı düzeyinde ilk defa davet edildi.

Örgüt 1996 yılında kurulmuştu. Kurucular o tarihte Çin, Rusya, Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan idi ve örgüt “Şanghay Beşlisi” olarak tanımlanıyordu. 2001 yılında Özbekistan, 2017 yılında ise Pakistan ve Hindistan katıldı ve sayı sekize çıktı. Sayının artmasıyla birlikte ise artık birliktelik ŞİÖ diye anılır oldu. İran’ın örgüte tam üyelik süreci ise devam ediyor. Muhtemelen gelecek yıl içinde çok olağanüstü bir gelişme olmazsa İran da örgütün tam üyesi olacak, böylece sayı dokuza ulaşacak.

Türkiye yaşanan kriz zamanlarında ŞİÖ’ye genelde Avrupa Birliği’nin (AB) alternatifi olarak baktı. Mesela 2016 yılında Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Türkiye bir defa kendini rahat hissetmeli. Benim için varsa yoksa AB dememeli” diyerek bu yaklaşımı ortaya koymuştu. Ancak ŞİÖ tam anlamıyla AB gibi ekonomik bir yapılanma olmanın ötesinde güvenlik, istihbarat gibi alanları da kapsayan, hatta bunları önceleyen bir örgüt konumunda. Özellikle salgın koşullarında daha çok gündeme gelen “özgürlük mü, güvenlik mi” tartışmalarında, güvenlik öncelikli politikalarıyla tanınan bu ülkeler otoriter bir yönetim modelini tercih ediyorlar. Üyelerin nüfusu üzerinden bakıldığında ise dünya nüfusunun yüzde 40’ını oluşturan bu ülkeler, gözlemciler ve diyalog ortakları da hesaba katıldığında dünyanın yarısını kapsamış oluyor. Ayrıca ŞİÖ üyesi ülkelerin dünya ticaretindeki payı 2000’lerin başında yüzde 6 civarındayken, 2020’de ise yüzde 18’lere yükselmiş durumda. Genç nüfus yoğunluğu ve üretimden kaynaklanan gücü göz önüne alındığında, dünya ekonomisindeki ağırlığın artmaya devam edeceğini söylemek mümkün. Ancak sürdürülebilir mi sorusunun cevabını vermek için bazı başka karinelere de bakmak gerekir. İnsan sadece güvenlik kaygılarının giderilmesi ile yaşamının devamını sağlayan bir varlık değil. Güvenlik ile beraber ruh dünyasının ve duygularının da dikkate alınması gerekiyor. Batı dünyası bireyin hazzını ilahlaştırırken, doğulu ülkelerin fiziki güvenliği öncelemeleri iki ayrı uç örnekler olarak tanımlanabilir. Oysa her ikisi de at başı götürülmelidir. Şurası bir gerçek ki, yeni dünya bu ikisini adalet çerçevesinde inşa edebilenler tarafından kurulacak.

Diğer taraftan Cumhurbaşkanı Erdoğan zirvedeki konuşmasında, “Güvenlikten ekonomiye, enerjiden ulaşıma, tarımdan turizme her alanda işbirliğine hazırız” ifadelerini kullandı. Bu açıklama neredeyse bir işbirliğinde bütün alanların kapsama alındığı bir tarif içeriyor.

Peki, Türkiye bütün bu alanlarda ŞİÖ’ye açık çek verebilir mi? Türkiye’nin elbette hem Doğu hem de bir Batı ülkesi olarak bu ülkelerle çeşitli alanlarda işbirliğine girmesi anlaşılabilir bir politikadır ve gayet doğaldır. Ancak bunun dengesi nerede sağlanabilir sorusunu cevaplayabilmek için bazı istatistiklere bakmak faydalı olacaktır.

Mesela; Türkiye dış ticaret açığının yaklaşık yüzde 65-70’ini ithalat yaptığı bu ŞİÖ ülkelerine karşı veriyor. Bunun yanında Türkiye toplam ihracatının yüzde 45’ini ise AB ülkelerine yapıyor. AB’nin ithalat içindeki oranı ihracatından az, yaklaşık yüzde 35 civarında. Yani Türkiye hem siyasi hem de ekonomik ilişkileri ani karar değişikliği için çok müsait durumda değil.

İşin bir de ABD boyutu var ki, aslında bunun üzerinde daha fazla değerlendirme yapılması gerekiyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan Semerkant’ta ŞİÖ zirvesindeyken, Türkiye-ABD Stratejik Mekanizması üçüncü tur istişareleri Washington’da yapıldı. Dışişleri bakan yardımcıları düzeyinde yapılan bu görüşmenin daha mürekkebi kurumadan ABD, Güney Kıbrıs Rum Kesimi’ne karşı uyguladığı silah ambargosunu kaldırdı. Ayrıca ABD güçleri Türkiye’nin Suriye sınırının hemen yanında PYD/YPG ile tatbikat da yaptı. ABD ile ilişkilerde belki de tarihin en sorunlu zamanları yaşanıyor. Amerika Yunanistan üzerinden kuşatma harekâtı yürütürken, Türkiye’nin dikkatli bir şekilde dış politikasını çeşitlendirmesi doğru olur. Ayrıca Türkiye’nin doğal olarak çok önemsediği F-16’ların modernizasyonu ile ilgili süreç henüz netleşmedi. Bu konu muhtemelen ABD tarafından farklı pazarlıklara eklemlenmesi düşünülen bir noktaya taşınacak.

Diğer taraftan Rusya’nın, Ukrayna’yı işgal girişimi ile devam eden çatışmalar sıcaklığını korurken, ŞİÖ Zirvesi Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin için bir anlamda güç gösterisi ve kendisini ifade etme mecrasına dönüştü.

Çin için aynı şeyi söylemek zor. Çünkü Çin Batı ile dengeli bir ilişki götürmek istiyor. “Bir Kuşak, Bir Yol” projesinin başlangıç noktasının Pekin, nihai varış lokasyonunun ise Londra olduğu düşünülürse bunun gerekçesi daha kolay anlaşılabilir. Ayrıca ABD ile ekonomik ilişkiler, Çin açısından öyle bir kalemde gözden çıkarılacak durumda değil. Toplamda iki ülke arasındaki ticaret hacminin 750-800 milyar dolar civarında olması, Çin’in Tayvan ve sair krizlere rağmen ABD ile ipleri koparmak istemediğinin gerekçesidir. Yani Putin, diğer üye ülkelerin zorunlu desteğini alabilir ama aynı şeyi Çin için söylemek çok zor.

Türkiye’nin, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın liderlerle toplantı dışında sohbet ederken ajanslara düşen fotoğrafı üzerinden okuduğu zirve, Ukrayna krizinin yaşandığı bugünlerde bütün dünyanın ilgi odağı haline geldi. Türkiye’de özellikle iktidarı destekleyen kesimlerin bu fotoğraf üzerinden takdim ettiği zirve bazı önemli detayların gözden uzaklaştırılmasına sebep oldu. Sevgide de yergide de bir denge kurmayı beceremeyen bu kesimler, zirvenin olası kazanımlarının da olması gerektiği gibi tartışılmasını engellemiş oldular. Pakistan tarafından paylaşımı yapılan Başbakan Şahbaz Şerif fotoğrafı da bizde yapılandan farklı değildi. Her iki fotoğraf da olması gerektiğinden fazla gündem yapıldı. Diplomasi tabi ki fotoğraflar dâhil birçok boyutta yürütülmesi gereken bir alandır. Ancak bu türden enstrümanlar diğer detayların üzerine destek anlamını taşır ama her şey demek anlamına gelmez.

Sonuç olarak Türkiye en başta kendi hinterlandındaki ülkelerle, komşularıyla, İslam ülkeleriyle olan münasebetlerini sağlıklı bir zemine taşımalı, her alanda işbirliği imkânlarını değerlendirmelidir. Bununla birlikte “karşılıklı bağımlılık” ve “çok taraflı diplomasi” ilkeleri çerçevesinde dış politikasını yürütmeyi başarmalıdır. Türkiye’nin konumu bunu zorunlu kılmaktadır. ŞİÖ Zirvesi de bu açıdan değerlendirilmelidir.
Mustafa KAYA