USD 0,0000
EUR 0,0000
USD/EUR 0,00
ALTIN 000,00
BİST 0.000

SIR

01-04-2021
  ( Yaşanmışlıklar) Öykü kitabımdan Çocuk sahibi olmak, insanın hayatındaki en önemli hadiselerden biridir. Evlat  tam olarak baktığın gözün, tuttuğun ellerin, yürüdüğün ayakların, yemeğin, suyun, nefesin, ona gelmesin bana gelsin tüm acılar dediğin tek varlık… Fakat çok çocuklu  köy ailelerde evlenme yaşına gelen bir kız, "Bir an önce gitsin evini barkını bulsun, bir boğaz, bir boğaz" düşüncesi vardır. Hele ailede yoksulsa! Lakin aile fertlerinin arasında güçlü bir sevgi bağı olursa  o ailede hep ayakta kalır. Bu konuda büyük halk şairimiz, gezginci Ozanımız YUNUS EMRE ' nin şu sözü ne kadar da doğrudur. "SEVGİ İLAHİ BİR  DUYGUDUR... SEVİNİZ, SEVİLİNİZ.BU DĞNYA KİMSEYE KALMAZ". YUNUS EMRE Yazdığım bu öykü anne ve babaların sahip çıkmadıkları, para için başlarından saldıkları bir kız çocuğunun başına gelen acı ve gerçek yaşanmış bir olaydır. Gaziantep' in Şahinbey  İlçesi' nin  eşraf ve köklü ailelerinden  Abdulhadi Efendi  hali vakti yerinde bir adamdı. Eşi Hanife hanım, doğumunun haftasında lohusa hastalığından vefat etmiş, İki çocuğu ile bir başına kalakalmıştı.  Akraba ve dostları,  iki küçük çocukla başedemeyeceğini, yeniden evlenmesi gerektiğini söylüyorlardı.  Nitekim tanıdıkları bir ailenin kızları ile yeniden evlendi.  Kadın ayağını yer ettikten bir süre sonra üvey çocukları istememeye başladı.Kendi çocuğu da olmadı. Aradan ondört yıl geçmiş, oğlu İstanbul' da askeri yatılı okuluna başlamış, kızı  Hülya'da kendi beğenip anlaştığı  işsiz güçsüz bir adamla evlenerek  İstanbul' a yerleşmişlerdi. Meryem hanım ev işlerini görmesi için bir yardımcıya ihtiyacının olduğunu, Kendi köyünden yoksul bir ailenin kızını  yardımcı olarak almalarını istiyordu. Nitekim , on  çocuklu çoban Ökkeş' e bir tarla bağışlayarak ondört  yaşındaki güzeller güzeli Emine' yi evlatlık olarak evlerine getirdiler. Emine sarı  saçları, iri ela gözleri, ince narin fiziği ile tam bir afetti! Bir öyle de çalışkandı. Tüm evin işini yapar, hanımının çayını, kahvesini eline verir, boş zamanlarında çok güzel danteller işlerdi. Bir  yaz tatilinde kızları ve damadı aileyi görmeye geldiler. Damadı Emine'yi gözüne kestirmişti. Saf, masum taze bir gonca güldü Emine. Hakkari'nin dışında bir yer görmemişti. Akşam olunca damat Emine' ye rakı sofrasını kurdurur, kıza çeşitli mezeler hazırlatırdı.Emine bu durumdan hiç hoşlanmaz, işini bitirdikten sonra odasına çekilirdi. Daha aradan on dakika geçmeden yüksek sesle : _ Emine... Rakıma buz getir.. Emine... Kavun bitti ...beyaz peynir de getir... Kızcağız rakı kokusundan burnunu tuta tuta  istediklerini getirip önüne koyarken, kızın gizlice elini tutuyor, Emine sinirle elini çekerek oradan derhal uzaklaşırken kendi kendine : _ Zıkkımın dibini iç pis sarhoş! diye söyleniyordu. Her fırsatta kıza dokunma, hatta sarılma eylemlerinde bulunuyordu. Hanımına ya da Hülya' ya durumu anlatsa ona inanmayacaklarını ve belki de evden kovacaklarını düşünüyordu. Evin beyi ise artık yaşlanmıştı, bir köşede oturuyordu. Zaten artık kulakları da duymuyordu. Böyle bir şey olursa ne yapardı ? Nereye, kimin yanına gider sığınırdı. Ailesi onu bir tarlaya karşın evlatlık vermiş, ne aramış, ne de sormuşlardı. Onlardan birinin yüzünü bile görmek istemiyordu." En iyisi sabretmek, nasıl olsa bir kaç gün sonra çeker giderler diyordu". Nihayet birkaç gün sonra gittiler. Bir hafta sonra ev telefonu çaldı. Emine açtı. Arayan evin kızıydı. _ Emine bana annemi çağır dedi. Yaşlı kadın yerinden zor bela kalkarak ahizeyi eline aldı. _ Anne, ben İstanbul'a geldikten sonra çok hastalandım. Üç gün sonra amaliyatım var. Bana ve çocuklara bir bakan gerek.Emine' yi bir aylığına buraya gönder. Otobüse bindirin, İsmail otogarda kendisini karşılayacak. O sarhoş adam mı kendisini karşılayacaktı, O' nun evinde mi kalacaktı?  Gitmem diye direttiyse de nafile! Sığıntıydı yaşadığı evde, itiraz etse de ne çare... Esenler Otogarında otobüsten  daha önce gelmişti İsmail. Ceketini omzuna atmış, inek yalamış gibi kara saçlarını jöle ile kafasına yapıştırmış, beyaz yumurta topuklu ayakabısının topuğunun üstüne basmış, elinde sallayıp durduğu tesbihi ile tam bir soytarı görünümündeydi. Otobüsten inen Emine' ye pis pis sırıtarak : _Ooo... Hoşgeldin Sultanım. Dedi. Emine kaşlarını çatarak cevap bile vermedi. Bagajdan Emine' nin valizini alırken sen şimdi acıkmışsındır. Hülya Abla' nı hastaneye yatırdım. Bir şeyler yiyip hastaneye gidelim dedi. Küçük bir kebapçı dükkanında yemeklerini yediler. Islık çalarak bir taksi çağırdı. Taksici de İsmail kılıklıydı. Emine ikisine de almaz almaz baktı. Emine gözlerini loş ve kırmızı ışıklı bir odada açtı. Üstüne başına baktı toz toprak içindeydi. Acıyan diz kapakları, avuçları kanamıştı. Belliki yerlerde sürüklenmiş, hatta dayak yemişti. Kapı üstüne kitliydi. Gücünün yettiğince yumrukladı, yumrukladı kapıyı açan yoktu. Gözleri kaçacak bir pencere aradı, pencere de yoktu.. Ağlaya ağlaya sabahı etti. Sonunda acı gerçeği anladı. Orası bir garsonyerdi. Mustafa ile orada tanıştı. Altı ay içinde Mustafa Emine' ye sırılsıklam aşık oldu. Borcunu kapatarak eve getirdi. Annesine Emine hakkında hiçbirşey söylememişti. Annesi Emine' yi karşısında gelini sıfatıyla görünce çok şaşırdı. _Emine sen nereden çıktın, kaç aydan beri kayıpsın nerelerdeydin? Mustafa, Emine anneannesine geldikten sonra  Hakkari'ye hiç gitmemişti. O' nu hiç görmemişti. Bakıcılarının Emine olduğunu anladığında  Bir Türk filmi seneryosu okumuş gibiydi. Babasının Anlatımına göre Emine  istanbul' a geldiğinde otobüsten iner inmez kaçmış, Sözde babası onu bulamamıştı. Bu yalanı bilen sadece Emine ve İsmail'di. " Allahım kadere bak!" diyordu Hülya hanım içinden. Annesinin evine evlatlık olarak gelen kız, şimdi gelini olacaktı.  Aylardan beri eve uğramayan ayyaş kocasının kızın başına neler getirdiğini bilmiyor, ve hiç bir zaman da bilmeyecekti. Tam o gece evin kapısı ısrarla  çalındığında iki polis İsmail'in bıçaklandığını, hastanede ağır yaralı olduğunu söylediğinde hepsi birden ismail' i son kez yoğun bakımın  gözetleme penceresinden görebildiler. Ağzında burnunda hortumlarla yatarken Emine ' yi görmüş, başını kaldırmış, Emine' nin  nefret dolu bakışlarıyla karşılaşmıştı ve başı yastığa düşmüştü. Günahları ve  o sırla birlikte sonsuz yolculuğuna çıkmıştı... Mustafa babasını defnettikten sonra Emine'yi sürekli dalgın ve gözleri ağlamaktan kızarmış olarak görüyordu. Bir ay içinde evleneceklerini söyledi. Emine ona hep kaçamak cevaplar veriyor, dokunmasına izin vermiyordu. Ertesi sabah uyandığında Emine odasında yoktu. Annesine sordu, annesi görmemişti, odaları dolaştı, evi gezdi yok! Alelacele giyindi O' nu aramaya çıktı. Yan komşu bir saat önce sokaktan geçip gittiğini söyledi. Arabasına atladı  Gaziantep' n Şahinbey' e bağlı Damlacık bölgesin nin altını üstüne getirdi, Emine yoktu! Biraz ileride Afrın Çayı' nın kenarında bir kalabalık gördü. Kalabalığa karıştı ve oradakilere ne olduğunu sordu. Bir kadının kendini Çaya attığını söylediler. Kalabalığın içinde yere düşmüş olan yazma Emine' nindi... O' nun da sırrı Zap Suyu' nun derinliklerine gömülmüştü... AYSEL MASMANACI BEŞOĞLU Eğitimci şair ve yazar