USD 0,0000
EUR 0,0000
USD/EUR 0,00
ALTIN 000,00
BİST 0.000

SQULD GAME VE ADALETİN BU MU DÜNYA?

17-11-2021

SQULD GAME VE ADALETİN BU MU DÜNYA?

İnsanların düşünme melekeleri her geçen gün daha fazla yönlendirilmeye ve baskı altına alınmaya açık hale gelmektedir. Günümüz dünyasını etkileyen en önemli gücün medya olduğu artık inkâr edilemeyecek bir gerçektir. Her şeyin “inşa” edildiği bir dönemde belki de üzerinde çok da durmadığımız bir husus var: Hakikatin medyanın tüm araçlarıyla bizim için inşa edildiği gerçeği. Öyle ki hakikat ile sahte arasındaki ayrımı yapabilmek neredeyse bir uzmanlık alanı haline geldi. Herkesin kendisine ait bir hakikati var ve bütün bakış açısı bu “sorgulanamaz” hakikat algısına göre şekillendirilmektedir. Meseleyi basite indirgeyecek olursak; Fransa’nın Mali’ye bir askeri operasyon düzenlemesi, Fransa’nın ayak izlerini takip eden medya ile Paris’teki medya tarafından aynı şekilde ele alınmamaktadır. Çünkü medya artık haberi saf, olması gerektiği gibi aktarıp onun üzerine yorum yapan değil, olup biteni kendi bakış açısına göre aktarmak için özel kurgular yapan birer operasyon aracına dönüştürülmektedir.

Diğer taraftan televizyon hayatımıza bu kadar nüfuz etmişken onu kontrol edenler tarafından yeni icatlarla sıkıcılığının önüne geçilmek istenmektedir. Sosyal medyanın hayatımıza girmesiyle birlikte de televizyon kanallarının izlenme oranlarında ciddi düşüşler olmaya başlamış durumdadır. Eskiden bir televizyon kanalına sahip olmak başlı başına önemli bir gücü tarif ederken, şimdilerde artık çoklu kanallar içinde sıkılmaya başlayan izleyiciye, farklı içeriklerle yeni platformlar sunulmaktadır. Televizyonlar genel itibariyle ücretsiz veya görece ucuz iken bu platformlar bir de yüksek ücretli olarak yayın yapmaktadır. Yerel bir programın, birden küresel bir kültürel etkiye ulaşabilmesi artık öyle şaşıracak bir şey olmaktan da çıkmış durumdadır. Geçen seneki verilere göre dünya çapında 500 milyondan fazla aboneye sahip olan bu platformlar yakaladıkları bu etki alanıyla insanların zihin dünyasını istedikleri gibi şekillendirmeye başlamışlardır.

Medyanın küresel bir güç elde etmesiyle dünyanın farklı bölgelerindeki “otantik hikâyeler” de ilgi çekmeye başlamıştır. Holywood veya Bollywood tarzı filmlerden bıkkınlık gelmesiyle birlikte farklı ve yerel olana ilginin artması tabii karşılanabilir. Fakat bu küresel medya ortamında Güney Kore ekonomik kalkınmanın da verdiği özgüvenle kendi popüler kültürünü bütün dünyaya empoze etmeye başlamıştır. Ama Kore’nin 2. Dünya Savaşı’ndan sonra Japon hâkimiyetinden çıkıp yarı yarıya Soğuk Savaş’ın iki tarafı olan Sovyetler Birliği (SSCB) ile Amerika Birleşik Devletleri ( ABD) arasında paylaşıldığı unutulmamalıdır. Soğuk Savaş döneminin bir algı operasyonu alanı haline gelen ülke, kuzey kısmının SSCB tarafından daha güvenlikçi politikalarla yönetildiği, güney kısmının ise ABD tarafından serbest piyasa ve ticareti öne çıkararak refaha erişebileceğinin bir göstergesi olarak takdim edilmiştir.

Tüm dünyaya “bakın Güney Kore bizim tarafta kaldı ve refah içinde rahat bir hayat sürüyor” denilebilmesi için örnek bir ülke haline getirilmiştir. Ama elbette ülkenin dış yatırımlara açık olması hatta her türlü kolaylığın sağlanması da bu gelişmede bir etkendir. Ülke ayrıca AR-GE çalışmalarına verilen önem sonucunda özellikle elektronik ve otomotiv alanında küresel markalara sahip olmuştur. Bunun yanında hızlı büyüme toplumun her kesiminde eşit olmadığı için özellikle kalifiye olmayan sabit ücretli işlerde çalışanlar için hayat giderek pahalanmaya başlamıştır. Zengin ile fakir arasındaki fark, zengin ve parlak ışıklar arkasında gölgede kalıp görünmez olduğu sanılmıştır.

K-Pop denilen şarkıcı grupları ve internet üzerinden izlenebilen Goblin, Sky Castle veya Sweet Home gibi K-Dramaları tüm dünyada takipçiler bulmuştur. Ülkemizde de genç neslin ilgisini çeken bu gelişmeler Kore dilinin öğrenilmesi ve kültürün tanınmasında etkili olmuştur. Hatta bu türden filmler misyonerlik faaliyetlerinin rahat yapılabilmesi için uygun zemin de oluşturmuştur. Ayrıca Güney Kore’nin 2020 yılında En İyi Film Oscar Ödülü’nü alan Parasite filmi ile dünya sinema endüstrisinde sağlam bir yere ulaştığı söylenebilir.

Fakat geçtiğimiz Eylül ayında dijital platformlarda gösterime giren Squid Game (Kalamar Oyunu) dizisi de Parasite filmine benzer bir senaryosu ile dünyada en çok seyredilen dizi olmuştur. Bu dizinin neden öne çıktığı konusu genellikle vahşi kapitalizm ile bağlantılandırılmaktadır. Özellikle gençler arasında giderek artan umutsuzluk ve çaresizlik duygusu intihar oranlarının artmasına yol açmaktadır. Dizinin yönetmeni bile senaryoyu 2008 yılında ortaya çıkan küresel ekonomik krizin sebep olduğu zor dönemde yazmaya başladığını söylemektedir. Belki kendisinin de içine düştüğü zorluktan çocukken oynadığı ve nispeten başarılı olduğunu düşündüğü bir oyunda kazanarak kurtulabileceğini hayal etmesi normal karşılanabilir.

Ama masum çocuk oyunlarının yetişkinlerin problemlerini çözmesini beklemek bir ironi gibi gelse de ne oyunların masum ne de oynayanların çocuk olmadıkları gerçeği ortadadır. Elbette masum bir oyunda alınan riskler ile kazanma duygusu büyüklerin oyunlarında aynı olmayacaktır. İlk oyundan sonra kaybetmenin ölüm gibi ciddi bir sonucu olduğu görüldükten sonra oyuncuların oyunu bitirmek gibi bir şansları olduğu halde “dışarı”nın oyun alanından daha iyi olmadığı gerçeği yüzlerine vurulmuş ve pek çoğu geri dönmek durumunda kalmıştır. Oyunu tasarlayanlar da bunu bildikleri için böylesine bir fırsatı oyunculara sunmaktadır.

Adil ve barışçıl bir dünyanın sunulamadığı bir ortamda her türlü siyasi ve ekonomik yolsuzluklar ve hilelerle bezenmiş bir sistemde bireylerin kazanma ihtimali oldukça zayıftır. Ya da herkesin kaybettiği bir ortamda kazananın olması ne kadar mümkündür? İslam’ın bütün insanlık için hak, hukuk ve adalet vurgusu yapıyor olması mutlaka bir kere daha düşünülmelidir. Aslında kul hakkına girmeden, adalet çerçevesinde ortaya çıkan sonuca rıza göstermek ve kanaat denilen zenginliğe hak ettiği değeri vermek ile bu dünyada herkes için refaha ulaşmanın mümkün olduğu akıllardan çıkarılmamalıdır. İçerdiği şiddet ögeleri itibariyle gençlerin seyretmesinin sakıncalı olduğu söylense bile internetin bu kadar yaygın olduğu bir dönemde onların izlemelerinin önüne geçilebilmesinin pek mümkünü olamayabilir. İlla da seyredilecekse büyüklerin bu tür dizileri gençlerle birlikte seyretmeye ve zaman zaman kendi din, örf ve adetlerimize uymayan yönleri hakkında uyarılarda bulunması daha makul olabilir. Hayatın küçümsenerek başarının yüceltilmesi hususuna dikkat çekilerek kazananın her zaman gerçek kazanan olmayabileceği vurgulanmalıdır. Dünyanın “adil ve herkes için güven telkin eden bir düzen”e ne kadar ihtiyacı olduğu da bu tür yapımlarla daha da açık bir şekilde ortaya çıkmaktadır.

Mustafa KAYA