Seçim Zamanları Dışında İktidarları Denetlemek

Mustafa Kaya

10 ay önce

Seçim Zamanları Dışında İktidarları Denetlemek

Adına demokrasi denilen rejimlerin belki de en önemli özelliği iktidarın halk iradesiyle el değiştirmesidir. Halkın tercihlerinin değişmesiyle iktidarın başkalarına devredilebilmesidir. Madem insanlar antik çağlardan beri gruplar halinde yaşamak durumundadır, o zaman o toplulukların bir takım kural ve düzenlemelere göre idare edilmesi de bir zorunluluktur. Sosyolojide kültür denilen bu kurallar manzumesi din, aile, ekonomi veya hukuk gibi alanların yanı sıra siyaseti de kapsamaktadır. Şef, lider, kral, sultan, padişah, başbakan veya diktatörler tarih boyunca farklı coğrafyalarda farklı yöntemlerle bu görevlere gelmiş veya tevarüs etmişlerdir. Bu görev değişimlerinin şekli de o topluluğun siyasi rejimini belirlemiştir. Yine bu köşede daha önce Almanya Şansölyesi Angela Merkel’in uzun yıllar süren siyasi vazifesini kendisinden sonra gelen Olaf Schulz’a nasıl barışçıl bir şekilde devrettiğinden bahsetmiştik. Zamanı gelince halkın tercihleri değiştiğinde buna saygı duyarak görevi bırakmanın erdemlerinden söz etmiştik. Bu yazıda ise tarih boyunca insan topluluklarının kendilerini yönetecek kişileri işbaşına nasıl getirdikleri konusunda elde ettikleri tecrübeleri hatırlatmak istiyorum.

Sydney Üniversitesinde siyaset bilimi öğretim üyesi Profesör John Keane uzun zamandır demokrasi üzerine çalışmalar yapmakta ve yakın zamanda Demokrasinin En Kısa Tarihi (The Shortest History of Democracy: 4,000 Years of Self-Government―A Retelling for Our Times, 2022) isimli bir çalışmasını yayımlamıştır. Bu eserinde demokrasinin Suriye-Mezopotamya’da uygulanmış “meclis demokrasisi” olarak adlandırılan yöntemden günümüzdeki “seçimli demokrasi”ye kadar kısa bir tarihini 224 sayfada oldukça akıcı bir şekilde anlatmıştır. Kitabın temel argümanı “demokrasilerde ‘serbest ve demokratik’ seçimlerin artık önemini yitirmeye başladığı” tezidir. Bugün içinde bulunduğumuz ortamda siyasette neredeyse her şeyin halkın görüşü veya “millî irade” olduğu artık tartışmaya kapanmışken, buna meydan okuyan, her şeyin seçimlerden ibaret olmadığı ve seçim olmayan dönemlerde de siyasetçilerin halka karşı hesap verebilecekleri yeni alternatif modellerin ortaya çıktığı iddiası oldukça ilgi çekmiş durumdadır. Burada kastedilen şey demokrasilerde halkın denetiminin sürekliliğidir. 4-5 yıllık aralıklarla yapılacak olan denetimin artık yeterli olamayabileceğine dönük bir yaklaşımdır. Böylesi bir model aslında sürekli sandık tehdidi ile iktidarları iş yapamaz noktaya getirmek de değildir.

Ana fikir seçimleri belki de daha anlamlı kılacak bir halk denetimine alan açacak modelleri konuşmaya başlamaktır. 

Hepimizin yakından bildiği gibi modern dönem artık teknolojinin hayatımızın her alanına nüfuz edip kişiliklerimizi derinden etkilediğidir. Hele bilgi ve iletişim teknolojilerindeki yeni gelişmeler çoğumuzun ilgisiz kalamadığı sosyal medya mecralarından başına “e” takısı getirilen devlete dair pek çok internet uygulaması, bireylerin teke tek devletle ve siyasetçilerle irtibat kurmasına imkân sağlamıştır.

Şimdi soru şudur; “Temsili demokrasi” artık insanlığın ulaştığı en son nokta mıdır? John Keane’in iddia ettiği gibi “post-temsili – post-representative” demokrasiden bahsetmeye başlamalı mıyız?  Aslında bu tarz bir demokrasi anlayışı medyaya doymuş, ya da medyanın hem bireysel hem de siyasal hayatlarımızda kılcal damarlarımıza kadar nüfuz ettiği bu dönemde demokrasi anlayışımızı bambaşka limanlara götürmektedir. Bu yeni demokrasi formuna kendisi de bir isim bulmakta zorlandığını itiraf eden Keane, şimdilik “gözlemleyici – monitory” demokrasi adını vermektedir.

Elbette temsili demokrasilerde parlamento dışında hükümetlere baskı yapabilen ve onların faaliyetlerini yakından inceleyen sivil toplum kuruluşları adı verilen aktörler mevcuttu. Ama bu aktörler bir şekilde siyasetin içinde ve onun belirlediği alanlarda bu gözetleme işini yapıyordu. Tekrar etmek gerekirse seçimlerin demokrasilerde olmazsa olmaz şartlarından birisi olduğunu kabul etmekle birlikte, seçimlerde ortaya konulan vaatlerin, dile getirilen sorunların halkın sürekli denetimine açık olması gerektiğinin altı çizilmelidir. Seçimler sonucu bir iktidarın “nasıl olsa bir dahaki döneme kadar kimseye hesap vermek zorunda değilim” tarzındaki bir yaklaşımla hareket etmesinin toplum için nasıl sonuçlar doğuracağı üzerinde düşünülmelidir. Siyasetçilerin artık vatandaşlar karşısında daha dikkatli olmaları ve zaman zaman da onlardan gelen geri beslemelerle politikalarını değiştirmek durumunda kalabilecekleri bilinmelidir.

Gözlemleme (ya da yanlış anlaşılma çekincesiyle gözetleme) demokrasisi ne kadar kalıcı olur bilinmez ama önceki temsili demokrasi nasıl artık geri dönülemez bir evreye girdiyse gözlemleme demokrasisi de artık başlamıştır. Seçimler, siyasi partiler, parlamentolar ve siyasi pozisyonlar önemlerini elbette koruyacaklardır. Ama kesinlikle bundan sonra bu yeni duruma ayak uydurmak zorundadırlar. Bu arada halktan, vatandaştan ve millî iradeden bahsederken aslında ülkemizde uygulandığı şekliyle demokraside denklemin bu kısmının hep eksik olduğu ve yeterince önem verilmediği anlaşılmalıdır. Eğer bir ülkede herhangi bir konu hakkında çok konuşuluyorsa mesela adalet, mesela kalkınma veya mesela ahlâk, o konuda eksiklikler var demektir. Demokrasi tarihimizde halkın iradesinin ancak seçimlerden seçimlere hatırlanması da bir başka travmadır. Hepimizin bildiği, “seçimlerden önce kırsal bölgelere giden ve oradakilere yol, su ve elektrik vaat eden” siyasetçiler artık azalmaktadır. Oralarda yaşayan insanların yollarının asfalt yapılması zaten iktidarı, gücü ve mali imkânları elinde bulunduran siyasetçilerin yapmaları gereken vazifelerdendir. Bundan sonra insanların kendilerine saygı duyulduğu ve insanca yaşayabilecekleri, temel hak ve özgürlüklere erişebildikleri bir ortam istekleri önümüzdeki yıllara damgasını vuracaktır. Giderek artan memnuniyetsizlik insanlarda demokrasi denilen rejimin artık plütokrasi ya da zengin ve seçkinlerin demokrasisi olduğu inancını vermektedir. Her ne kadar medya başka bir demokratik rejimin gözlemleme yoluyla mümkün olabileceğini gösterse de yine aynı medyanın iktidarların sözcülüğünü yapmalarına ve hakikatleri halkın gözünden kaçırıp sakladığını da gören vatandaşlar her şeyin farkına er ya da geç varacaktır. Şeffaf olmayanlar kaybedecek, denetime açık olmayanlar süreçleri yönetemeyecektir.

Bugüne kadar çoğunluğun azınlığa tahakküm ettiği bir rejimden toplumun farklı kesimlerinin de seslerini ve taleplerini duyurabileceği yepyeni bir rejime doğru evirilmekten başka çıkış yolu yoktur. Toplumda yaşayan herkesin aidiyet hissini güçlendiren, millet olma bilincini teşvik eden, sorunlarla ortak mücadele edebilmenin yollarını bulan, ahlak erozyonuna karşı birlikte hareket edebilme iradesini gösteren bir anlayış hâkim olmalıdır. Kazanan kendisini destekleyenlerin taleplerine nasıl cevap vermeye çalışacaksa, aynı şekilde kendisine destek vermeyenlerin de taleplerini dikkate almanın bir görevi olduğunu bilmelidir.

Mustafa KAYA

YAZARIN DİĞER YAZILARI